Burhan Sonmes Türkiye’de siyaset ve sanat arasındaki gerilim üzerine

Burhan Sonmes Türkiye’de siyaset ve sanat arasındaki gerilim üzerine

İkinci turu Pazar günü yapılacak olan kritik Türkiye cumhurbaşkanlığı seçiminin jeopolitik sonuçlarından daha fazlası var; Aynı zamanda kültür için bir havzadır. 2016’dan bu yana, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik başarısız darbenin ardından hükümet, sansür, iş kayıpları ve korku iklimi yaşayan sanatçılara, yazarlara, film yapımcılarına ve akademisyenlere baskı uyguluyor.

Ülkedeki Kürt azınlığın bir parçası olan romancı Burhan Sönmez için, Erdoğan yıllarının çalkantıları, Türk gücü ile Türk sanatı arasında süregelen mücadelenin yalnızca son bölümü.

1965’te, anadili Kürtçe olan Ankara dışında doğdu, insan hakları avukatı olarak çalıştı ancak bir polis saldırısının ardından İngiltere’ye sürgüne gitti. Aralarında ödüllü “İstanbul İstanbul”, “Labirent” ve Other Press tarafından İngilizce olarak yeni yayınlanan “Taş ve Gölge” de dahil olmak üzere beş roman yazmıştır. Romanları, Fyodor Dostoyevski ve Jorge Luis Borges’in yankılarıyla tutsaklığı ve hafızayı araştırıyor.

Sönmez şu anda İstanbul ve Cambridge’de yaşıyor ve 2021’de başkan olarak atanacak. PEN UluslararasıOrada, Türkiye’de ve başka yerlerde ifade özgürlüğünün açık sözlü bir savunucusu oldu.

Sönmez ile, Erdoğan’ın mutlak çoğunluğu yarım puanın biraz altında tamamladığı Türkiye genel seçimlerinin ilk turundan birkaç gün sonra videolu olarak konuştum. Bu röportaj düzenlendi ve özetlendi.

İstanbul her zaman ziyaret edilecek bir şehir olmuştur. Buraya ne zaman geldin?

1980’lerde askeri darbe sırasında. Türkiye’nin merkezinde küçük bir köyde doğdum ve büyüdüm. Kırsalın ortasında, elektriği olmayan bir çöl köyü gibidir. Hukuk okumak için İstanbul’a taşındım ve İngiltere’ye sürgün edildikten sonra hayatımın bir sonraki aşaması başladı. Artık küçük köyü, büyük İstanbul’u Avrupa’ya bağlayabiliyorum. Hepsi bir araya gelir ve bazen ayrılır.

Çoğu zaman romanlarınızda sadece coğrafyada değil, zamanda da bir kurgu belirsizliği vardır. Bazı yazarların okuyucuyu o anda konumlandırmak için kullandıkları teknolojiyi veya güncel olaylarla ilgili açık haberleri nadiren kullanıyorsunuz.

READ  Resident Evil Village es un increíble tributo a los 25 años de terror de la vida

Özellikle “İstanbul, İstanbul” adlı romanımda olayların geçtiği yıl veya dönemi belirtmem. İnsanlar onu okuduğunda, herkes bunun kendi neslinin hikayesi olduğunu hissediyor.

İyi ve kötü!

Evet. Ama biliyorsun, sadece masum bir yazar bununla gurur duyardı. “Eh, farklı kuşakların duygularını bir romanda yansıtıyorum” diyeceksiniz. Aslında Türkiye’deki toplumun kendisinden geliyor. Her nesil aynı ıstırabı, aynı sıkıntıları, aynı baskıları, aynı acıları yaşadı. Bu nedenle, tüm bu zamanları tek bir hikayede toplamak edebi bir beceri değildir.

“İstanbul, İstanbul”da anlatıcılar, birbirlerine hikayeler anlatan, suçsuz yere yer altı hücrelerine hapsedilmiş mahkumlardır. Hepsinin hikayeleri, özgürlüğün her zaman gelip geçici olduğu, ancak bağımsız düşünürlerin ve sanatçıların umutsuzca aşık olduğu İstanbul’un bir tür rüya devletidir.

Aslında 1850’lerde, ilk liberal aydınların Osmanlı Padişahı tarafından baskı altına alınıp Avrupa’ya sürgüne gönderilmesiyle başladı. 150-170 yıllık tarihe baktığımızda her on yılda bir iktidarların aynı baskıyı yazarlara, gazetecilere, akademisyenlere, aydınlara uyguladığını görüyoruz.

Ancak baskı aynı zamanda bir miras karşıtı miras da yarattı. Şimdi bakın: Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarının ardından toplumun neredeyse yarısı ona şiddetle karşı. İşimiz bitmedi. Bu kısmen direnişimizin tarihidir.

Türkiye, ABD gibi, şehirler ve kırsal alanlar arasında güçlü bir siyasi fay hattına sahip. Ama senin romanların İstanbul’dan taşra Anadolu’ya geçti.

Özellikle son romanım “Taş ve Gölge”de bunu son 100 yılda Türkiye’nin Doğusunu, Ortasını ve Batısını karşılaştırarak yazmıştım.

İstanbul’daki yaşam ile Türkiye’nin kırsal kesimindeki küçük bir köy arasındaki fark nedir? Gaz lambası olan küçük bir kulübede yaşamakla neon ışıklarla aydınlatılmış bir sokakta yaşamak arasındaki fark diyebilirsiniz. İki farklı dünya, iki farklı zaman.

Ama şunu anlamalısınız: İstanbul artık Türkiye kırsalının bir parçası. Kırsal alanlardan yoğun bir göç yaşandı. İstanbul’a okumaya gittiğimde nüfus beş milyon civarındaydı. Şimdi 17 milyon. Bir büyük şehrin yeni bir vatandaş, yeni bir kültürel bilinç yaratması kolay değil.

READ  Spiritia temel olarak Startu Valley Spirited Away ile tanışır

Bu nedenle, bu seçimin en rahatsız edici temalarından biri, mültecileri çevreleyen şeytanlaştırmadır. Bunun eski bir mülteci olarak sana nasıl göründüğünü merak ediyorum.

Şu anda Türkiye için üzücü olan şey, göçmenlere karşı -ırkçılık kisvesi altında- yeni bir milliyetçilik yükselişine tanık olmamız. Türkiye’de Suriyelilere ve Afganlara karşı bariz bir ırkçılık var. Her taraf, her siyasi platform bunu meşrulaştırmanın farklı bir yolunu kullanıyor.

Sağcı, “Bunlar gelişmemiş Araplar. Geriye dönük bir yarış. Laik ilericilerden, “Ah, onlar sağcı İslamcı militanlar. Erdoğan’ı desteklemek, ülkemizi işgal etmek ve onu İslami bir cumhuriyete dönüştürmek için buradalar. Her durumda, ırkçılık veya göçmen nefreti en üst sırada yer alıyor.” gündem.”

Milliyetçilik artık neredeyse tüm siyasi hareketlere hakim.

Yine de, bu politik temaları tanımlamanızda ender görülen bir hafiflik ve özgürlük var. Erdoğan yıllarının çalkantıları bir yana, Boğaz’a atladıktan sonra hafızasını kaybeden bir müzisyenin öyküsü olan “Labirent”, unutkan cumhurbaşkanının yırtık pırtık bir posterini bulup onu padişah zannetmesinin öyküsü.

Sanat ve gazetecilik arasındaki farkı biliyoruz. Gazetecilik doğrudan konuşur. Bu farklı sanat dilini konuştuğumuzda sosyal ve politik alanda olmadığımızı hissediyoruz. Siyasi bir meselenin veya tarihi bir gerçeğin benim romanımda tek bir rengi vardır. Gerçek güç budur. Roman yazarken geçmişle geleceği bir araya getiriyormuş gibi hissediyorum. Çünkü geçmiş bir hikaye, gelecek ise bir rüya.

Son yıllarda Türkiye’de sanatçılara ve yazarlara otosansür uygulandı mı?

Her şeyden önce, her yıl 500’den fazla yeni Türk romanı yayınlanıyor. Ben üniversitedeyken Türkiye’de çıkan yeni roman sayısı 15-20 civarındaydı. Bu çok büyük bir farktı.

Genç nesil ile onların cesur olduklarını görüyorum. Bütün bu baskılara rağmen gençler hapse girme ya da işsiz kalma korkusu olmadan yazıyorlar. Türkiye’deki Kürt sorunları, kadın sorunları, LGBT sorunları ve siyasi suçlar hakkında yazıyor.

READ  FIDE Dünya Gençlik Olimpiyatı 2023: 1. Gün incelemesi

Yüzlerce yazar böyledir: açıkça ve bazen biraz tehlikeli bir şekilde yazmak. Bu gurur duymamız gereken bir şey.

PEN International’ın başkanı olarak, ifade özgürlüğünün durumunu özellikle yakından takip ediyorsunuz. 2016-2017’de binlerce akademisyen ve gazeteci tutuklandıktan veya tasfiye edildikten sonra Türkiye’de işler düzeldi mi?

Hayır, hayır, daha iyi değil. Türkiye’de iyiyi kötüyü asla ayırt edemiyoruz. Her zaman: daha iyisi veya daha kötüsü için.

Türkiye’de PEN International hapisteki yazarları desteklemektedir. Benim için avukat olmak hapse girmek demektir. Türkiye’ye her geldiğimde bu avantajı kullanıyorum. Selahtlı Demirtaş, Osman Kavala gibi bir sürü insanı gidip görüyorum. Yetişkinlerin hala hapiste olması üzücü.

Ama aramızdaki birliği görmek güzel. “İstanbul, İstanbul” romanımın sonunda Orta Çağ’dan İranlı bir mutasavvıfa ait bir yazıt kullandım. “Cehennem acı çektiğimiz bir yer değil, çektiğimiz acıları kimsenin duymadığı yerdir.” Tutuklanırsam asla yalnız bırakılmayacağımı biliyorum.

Türkler önümüzdeki Pazar cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy kullandığında ne beklediğinizi sormamalıyım. …

Hayır, sormalısın. Bence kazanacağız. Hayata çok güveniyorum ve çok safım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir